Kendilerini Hıristiyanlığı kabul eden ilk halk olarak gören Süryaniler, Hz. İsa’nın dirilişini 50 günlük oruç ve bir dizi dini ritüelin ardından gelen Paskalya Bayramı’yla kutluyor. Mardin’in özellikle Süryanilerin yoğun varlık gösterdiği Midyat, Nusaybin gibi yerleşimlerinde kilise ve manastırlarda, evlerde, sokaklarda binlerce yıllık geleneklerin harmanlandığı, derin bir kültür birikimini yansıtan âdetler canlanıyor.
YAZI: MESUT ALP
FOTOĞRAFLAR: CEBRAİL ÖZMEN
Bir Mardinli olarak küçükken dünyanın her yerinden uzakta yaşadığımı zannederdim. Ta ki üniversite yıllarımda, arkeoloji biliminin dehlizlerinde kendimi ve yaşadığım toprakları yeniden keşfedinceye kadar… Arkeolojinin ışığı yolumu aydınlattıkça, Mardin’de bulunmanın bir ayrıcalık olduğunu anlamaya başladım. Kendimi bir tür açık hava laboratuvarının içinde yürüyor gibi hissediyor; çevremdeki binlerce yıllık yapılara ve o yapılara ruhunu veren halklara yeni bir gözle bakıyordum. Şehirdeki etnik çeşitlilik ve farklı inanç gruplarından insanlar, mitolojilerin hâlâ nefes alıp verdiğinin canlı birer örneğine dönüşmüştü gözümde. Düşünsenize, derste MÖ 1’inci binyılda yaşamış Aramileri işliyor ve sonra sokakta yürürken onların binlerce yıl sonraki torunlarına selam veriyordunuz. Bu çeşitliliğin güzelliğine dair hafızamdaki ilk izler ise tabii ki bayramlardı…
Çocukken Nusaybin’in dünyada en çok bayram kutlanan yer olduğunu zannederdim. Ramazan ve kurban bayramları, Paskalya, Çarşema Sor (Kırmızı Çarşamba), Batızmi, Newroz… Bunlara resmi bayramlar da eklenince gerisini siz hayal edin; yılın neredeyse her ayında bir kutlama vardı. Bu bayramların her biri kendi başına bir konu teşkil etse de ben bu yazıda size, neredeyse üç bin yıldır bu coğrafyanın yazılı belleğini koruyan Süryanilerin en büyük bayramlarından birini; Paskalya Bayramı’nı anlatacağım.
Türkiye’nin kadim halklarından Süryaniler, binlerce yıllık kesintisiz varlıklarıyla bu toprakların kolektif hafızasını temsil ediyor. Önemli bir diaspora nüfusuna da sahip olan Süryaniler, Türkiye’de yoğun olarak Mardin ve çevresinde yaşıyor. Süryaniler, Hıristiyan dünyası için önemli bir halk. Yazılı kaynaklara göre Süryanilerin atası olan Aramiler, Hz. İsa’ya ilk iman eden halklardan. Tabii bunu benim gibi Kırklar Kilisesi’nin başpapazı, sayın Gabriel Akyüz’e söylerseniz hemen sizi düzeltecek, “Hayır Mesut Bey kardeşim, ilk halklardan değil, ilk halk biziz” diyecek ve karşılıklı bir gülüşme olacaktır. Süryanilere göre bu “ilk” olma durumunun kanıtı ise konuştukları dilde, yani Hz. İsa’nın da konuştuğu lisan olan Aramicede yatar.
BİNLERCE YILLIK BAYRAMLAR
Süryanilerin binlerce yıllık geleneklerinin en güzel örnekleri, bana sorarsanız bayramlarında saklıdır. Örneğin, nisan ayının birinci günü kutlanan Akitu Bayramı’nın varlığını çiviyazılı metinlerde Asur ve Babil kayıtlarından beri biliyoruz. Bu sürekliliğin bir başka örneği de Hıristiyan dünyasının en önemli bayramlarından Paskalya Bayramı’dır. Paskalya, Süryaniler için de epey önemli. İş insanı ve eski kilise diyakonlarından (Süryani kiliselerinde çeşitli rütbelerle birbirinden ayrılan ama genel olarak kilise korosundaki üyelere verilen isim, “diyakos” olarak da geçer) Yuhanna Aktaş, bu bayramın Süryaniler için taşıdığı önemi şu sözlerle dile getiriyor: “Bizim için en büyük iki bayram vardır: Biri Doğuş, diğeri de Diriliş, yani Paskalya Bayramı.”
Diğer Hıristiyan topluluklarda olduğu gibi Süryanilerde de Paskalya Bayramı’nın sabit bir tarihi yok; hesaplamalar Jülyen takvimine göre yapılıyor ve Ay’ın gökyüzündeki şekil ve duruma göre kutsal günler belirleniyor. Yuhanna Aktaş bana “Doğrusunu istersen bu hesabı ben de bilmiyorum. Kilisemizdeki din adamlarımız bu hesapları yapar ve bizimle paylaşırlar” demişti. Bilindiği gibi İslamiyet’te de Hicri ve Miladi takvimlerin farkından dolayı her sene bayram tarihleri değişir. Paskalya söz konusu olduğunda da bu ritüeller dizisi; yani oruçların başlamasından bayrama kadar olan dönem genellikle şubat ve nisan ayları arasına denk gelir.
Süryani dinsel yılında Paskalya süreci, 50 gün boyunca tutulan ve adına “Büyük Oruç” da denilen Paskalya orucunun başlamasından tam üç hafta önce, üç gün boyunca tutulan Ninova Orucu ile başlar. Kökeni, Hıristiyanlık öncesi bir döneme tarihlenmesine rağmen Ninova Orucu’nun Süryaniler tarafından hâlâ tutuluyor olması, bu kadim halkın hafıza taşıyıcılığının müthiş bir örneği olarak görülebilir. Peki, nedir bu Ninova Orucu? Kısaca hatırlatmak gerekirse, MÖ 8’inci yüzyılda yaşamış Yunus peygamber, Tanrı’ya başkaldırıp ona dua etmeyi ve kurban adamayı bırakan Ninova halkına imana gelmeleri için bir tebliğde bulunur. Ninovalılar bu tebliğe kulak verir ve Tanrı’nın onları affetmesi için üç gün üç gece tövbe ve af orucu tutar, böylelikle affedilirler. Süryani inancında bu olaya dair ilginç anlatılardan biri, tüm canlıların bu orucu tutması ve sadece katırın oruç tutmamasıdır. Yine inanışa göre, bundan dolayı katır lanetlenmiş ve doğum yapamayacak kısır bir hayvana dönüştürülmüştür.
Büyük Oruç’un başlamasından önceki son pazar günü, unutulmaya yüz tutmuş bir şenlikle son kez hayvansal gıdalar tüketilir. Bu şenliğin adı Hano Kritho’dur ve içinde kadim bir geleneği taşır. Hano Kritho şenliğinde Süryani gençleri toplanarak bir kadın maskotu/maketi yapar. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra bu maketi Hano Kritho şarkısını söyleyerek ev ev gezdirirler. Kapıları çalınan ev sahipleri gelen gençlere bulgur, yağ, kavurma ve yumurta verir. Ardından köydeki tüm evlerden toplanan malzemeler kilisenin avlusuna getirilerek geleneksel bulgur pilavı pişirilir, yemek avludakilere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılır. Müzik eşliğinde geleneksel danslarla devam eden şenliğin bitimiyle kadın maketi parçalanır ve tören böylelikle sonlandırılır. Bu çok eski geleneğin kökeni, Kral Gulyadlı Naftah ve kızının hikâyesine uzanır.
Tarihsel bir karakter olmaktan ziyade bu Süryani efsanesinde karşımıza çıkan Kral Naftah, kazandığı bir zaferin şerefine, ülkesine döndüğünde karşısına çıkan ilk insanı kurban etme sözü verir. Efsane bu ya, karşısına ilk olarak biricik kızı çıkar ve kral çevresindekilerin çabalarına rağmen sözünden caymaz. Kızı, babasından kendisine üç gün vermesini diler, babası da bunu kabul eder. Genç kız arkadaşlarıyla beraber üç gün üç gece şenlik yapar ve sonunda da kurban edilir.
Kilise diyakonlarından Kuryakos Acar, yaşça daha genç olduğu için Hano Kritho’ geleneğine nadiren tanık olmuşsa da Yuhanna Aktaş, “Ben şimdi 47 yaşındayım. 10-12 yaşlarıma kadar biz bu geleneği sürekli yerine getirirdik. Şimdilerde, hane sayısı çok olan köylerimizde iki-üç senede bir unutulmasın diye yapıldığını biliyorum” diyor. Benim hafızamda kadın maketleri, kuraklık dönemlerinde Kürtçede “Buka Baranê,” yani “Yağmurun Gelini” dediğimiz bir pratik olarak kalmış. Bu gelenekte kuraklığın son bulması için bir kadın maketi yapılır, ev ev dolaştırılır ve yağmur yağsın diye üzerine su dökülürdü. Unutmadan söyleyeyim, su serpme geleneği Hano Kritho şenliklerinde de var. Ne ilginç değil mi? Ortak bir nesne her kültürün ihtiyacına göre nasıl da şekil değiştiriyor.
KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN ŞUBAT 2025 SAYISINDA. ALMAK İÇİN TIKLAYIN!